Yaşlılık. Yaşlılıkta Beyin,kalp, deri,göz kulak diş.kemik değişiklikleri
Yaşlılık. Yaşlılıkta Beyin,kalp, deri,göz kulak diş.kemik değişiklikleri
Yaşlılıkta Fizyolojik Değişiklikler
(YAŞLILIKTA ORGANLARDAKİ DEĞİŞİM)
Bedensel fonksiyonlarda yıllar geçtikçe önemli değişiklikler olur. Bu değişim bazı organlarda çok belirgin olarak gelişirken, böbrek gibi bazı organlarda fark edilmesi oldukça zaman almaktadır.
Birincil koruyucu hekimlik yönüyle bu değişimin özellikle kemik ve kardiyovasküler sistem üzerindeki etkileri derinlemesine incelenmiş ve standartları belirlenmiştir. Ancak, günümüz ihtiyaçları sadece yaşam beklentisiyle değil, aynı zamanda yaşam kalitesiyle de ilintili olduğundan standartlar zorlanmaktadır
Bedensel fonksiyonlarda yıllar geçtikçe önemli değişiklikler olur. Bu değişim bazı organlarda çok belirgin olarak gelişirken, böbrek gibi bazıorganlarda fark edilmesi oldukça zaman almaktadır. Birincil koruyucu hekimlik yönüyle bu değişimin özellikle kemik ve kardiyovasküler sistem üzerindeki etkileri derinlemesine incelenmiş ve standartları belirlenmiştir. Ancak, günümüz ihtiyaçları sadece yaşam beklentisiyle değil, aynı zamanda yaşam kalitesiyle de ilintili olduğundan standartlar zorlanmaktadır.
Çağımızın bilimsel ve teknolojik gelişmelerinin insanlara sunduğu imkânların en önemli sonuçlarından biri insan ömrünün uzaması olmuştur. Bu sonuç bu gün için başka sonuçları doğurmuş, uzayan insan ömrü sosyal güvenlik sistemlerinin üzerine bir baskı unsuru haline gelmiştir. Dünya sağlık teşkilatının 1999 yılı raporlarına göre 20 yıl içerisinde bakıma muhtaç yaşlımiktarı %300 oranında artacaktır (WHO raporu 1999). Bu durum insanların hayat konforunun korunmasını ve bedensel yaşlanmanın sınırlarını daha önemli kılmıştır 1, 2.
Genel olarak 50 yaşından sonra birçok insanın bedensel fonksiyonlarında azalma yönünde değişimler olur. Bu değişimlerden görme kalitesinin azalması gibi bazıları çok belirgin iken, böbrek fonksiyonlarının azalması gibi bazılarının fark edilmesi oldukça zordur. Birçok insan böbrek ile ilgili fonksiyon kayıplarını yetmezliğe girdikten sonra öğrenir. Yaşlanmanın organ ve sistem seviyesinde sınırları bu kadar kesin olmakla beraber her insanda nasıl gerçekleşeceği ve bireyin bedensel değişiklikleri nasıl algılayacağı farklı olabilir. Ancak, temel değişikler evrenseldir.
İşte bu noktada, bu organ sistemlerinde meydana gelen değişikliklerin ne zaman fizyolojik ne zaman hastalık olduğunun ayırt edilebilmesi önemlidir. Yaşlanma esas olarak doğumla başlayan bir süreçtir. Organlardaki fizyolojik değişiklikler de bu andan itibaren başlamış olur. Bu meydana gelen değişikliklerin hızı ve şiddeti olayın yaşlılığa bağlı fizyolojik bir süreç ya da başlı başına bir hastalık olduğunu gösterir 2. Biz de yazımızda hastalık olarak da değerlendirilebilecek pek çok fizyolojik değişimi ve yaşlının bu değişimlerle birlikte değerlendirilmesi gerektiğini bir kez daha vurgulamayı amaçladık.
GÖZ
Yaşlanmanın en belirgin olarak hissedildiği organ gözdür. Bu değişikliklerden bir kısmı kaçınılmaz iken bir kısmında bireysel farklılıklar olabilir. Örneğin, 40-50 yaşlarında bir insanın 5 cm’den daha yakın nesneleri fark etmesi zordur ve bu fizyolojik standart bir süreçtir (Şekil 1). Buna karşın retinal vasküler değişiklikler bireysel farklılıklar gösterir.
En önemli değişiklikler lenste olur. Lensin sertliği yaşla artar ve normalde gözün nesnelere fokuslanması için gerekenşekil değişikliğini gerçekleştiremez, cismin görüntüsü uvea üzerine düşürülemez buna presbiyopi adı verilir.Görme kalitesini önemli derecede bozan yaşa bağlı bu kırılma kusurlarının kabullenilmesi genellikle zordur. Kabullenmenin ardından ise bifokal gözlükler ya da değişken foküslü lensler kullanılır. Yaş ilerledikçe görme kalitesi başka şekillerde de bozulur. Işık lensten daha zor geçerek retinaya ulaşacak, retinadaki ışığa hassas hücrelerin hassasiyeti azalacaktır. Dolayısıyla, altmış yaşındaki bir insanın 20 yaşındakine göre 3 kat daha fazla ışığa ihtiyacı vardır. Bu durum daha ileri yaşlardaışığın ilk anda fark edememelerine neden olur. Diğer taraftan lensin kalınlığıartacağı için loş ışığı fark etmek de zorlaşacaktır
Yaşla beraber az ya da çok ışığın göze girmesini sağlayan pupil ışıktaki değişikliklere daha yavaş cevap verir. Yaşlı insanlar ışık değişikliklerine kısmen uyum sağlayabilirler, çünkü pupilleri açıp kapayan kaslar da zayıflamaya başlar. Çok parlak ışıklara daha hassas olurlar. Renkler de yaşla birlikte lensin hafifçe sarı bir renk almasıyla farklı algılanırlar. Bu sarılaşma özellikle renk spektrumun en sonundaki mavi-menekşe morunu etkiler. Maviler canlı renklerini kaybederler, griye dönerler. Bu değişiklik birçok insan için önemsiz gelir. Ancak, yaşlı insanlar mavi zemine siyahla yazılmış harfleri ya da mavi harfleri okumakta zorluk çekerler. Spektrumun diğer ucundaki kırmızı ise her zaman daha canlıdır.
En önemli gelişmelerden biri de gözden beyine giden sinir hücrelerinin sayısındaki azalmadır. Hücre sayısındaki bu azalma gölge ve tonlardaki farklılıkların ve çok ince detayların fark edilebilirliğini azaltır. Bu yol derinliğinin algılanma hissinin azalmasına ve koşma güçlüğüne neden olabilir.
Görme alanlarında hareket eden ince siyah benekler, kuru göz gelişimi, gözün görünümünde meydana gelen değişim sonucunda gözde başın içine batıyormuş görünümünün gelişimi, sağlık yönüyle ciddi olmayan fakat yaşlıyı daha çok rahatsız edebilen gelişmelerdir. Görme alanlarında hareket eden ince siyah benekler bir kısım göz sıvısının katılaşması ile ilgilidir. Bu beneklerin sayısında ani artışlar olmadıkça görme kalitesi bozulmaz. Gözyaşı üreten hücre sayısında azalmaya bağlı olarak kuru göz gelişiminde artış olur. Gözün görünümündeki değişimler ise, yıllar boyu ultraviyole,rüzgar ve toza bağlı olarak gözün beyaz sklerası sarı veya kahverengiye dönmesi ve gri ile siyah arası bir halka oluşması ile ilgilidir. Kolesterol ve kalsiyum tuzlarından oluşan bu halkaya arkus senilis ismi verilir ve görme kalitesi etkilenmez. Gözün etrafındaki yağ dokusu azaldığı, göz küresini tutan kas ve tendon yapı zayıfladığı için göz başın içine batıyormuş gibi görünür.
Gözle ilgili daha büyük sorunlar yaratan glokom, retinopati, maküler dejenerasyon ve katarakt gelişiminde artış olur. Ancak, bu hastalıkların sıklığında artış doğrudan yaşla ilgili değildir.
KULAK
Yıllarca yüksek sese maruz kalması sonucunda ya da sadece yaşa bağlı olarak duyma kalitesinde azalma olur. Kulak kiri toplanması yaşla birlikte artar ve bu da duyma kalitesini azaltır. Yaş arttıkça yüksek perdeli sesleri daha zor duyarlar. Viyola ve flüt seslerinin kalitesi azalır. Kadın ve çocuk seslerini daha zor anlarlar. Çünkü, çoğu kadın ve çocuk ses perdesi yüksektir. En çok rahatsız edeni de sürekli mırıldanıyor gibi görünmeleridir. Diğer insanlar daha yüksek sesle konuşsalar bile hala onlar için anlaşılması zordur. Burada da esas sorun yüksek perdeli seslerdir. Aynısorun c,k,p,s ve t gibi ünsüzlerin anlaşılmasında da vardır. Bu nedenle ünlü harfleri ünsüzlere göre daha kolay duyarlar. Kelimelerin içinde yaşlı için belirleyici olan bu sesli harflerdir: “İstediğini söylemekte serbestsin“,”İsedini sömek serbesin”. Bunun daha yüksek sesle söylenmesi sadece sesli harfleri belirteceğinden anlaşılamayan sessiz harfler anlaşılamamaya devam edecektir. Kalabalık ortamlarda da ard alanda ses olacağından duyma kalitesi bozuk olacaktır.
AĞIZ
Ağız sağlığının bozulması yaşlanmanın doğal bir sonucu değildir. Bu durum sistemik hastalıklara, ilaç kullanımına, uygun olmayan beslenmeye veya koruyucu ağız bakımının olmamasına bağlı olarak gelişir. Tıp doktorları, yaşlı hastaları genellikle diş hekimlerinden daha sık muayene ederler. Bu yüzden yaşlıda ağız sağlığının devamlılığının sağlanmasında, tıp doktorlarının rolü büyüktür. Dildeki tat tomurcuklarının sayısı azaldığı için tat duyusu 50 yaşından sonra azalmaya başlar. Dil tatlı,acı, tuzlu gibi temel tatları algılarken daha karmaşık olan böğürtlenin tadınıalırken kokusunu da duymalıdır. Ancak, koku duyusu da azaldığı için bu tür karmaşık tatları da net olarak algılayamaz. Diğer taraftan tükürük bezlerinde artan fibrozise ve diğer sıklığı yaşla artan tükürük bezi hastalıklarına bağlıolarak ağızda kuruluk gelişir. Bütün bu etmenler tat almayı önemli ölçüde güçleştirir.
Tat alma duyusunda azalma yağlı, ekşiden çok özellikle tatlı ve tuzlunun algılanmasında hissedilir. Bu değişiklikler yaşlının daha fazla yemeklerine acı ve tuz eklemesine neden olmaktadır.
Diş etlerindeki çekilmelere bağlı olarak da özellikle alt çenedeki dişlerin araları çok açılacak, bu bölgelerde besin artıkları ve bakteri kolonizasyonları oluşacaktır. Bu değişiklikler dişleri daha hassas yapacak, kaviteler oluşacak bu gelişmeler sonunda da dişkayıpları olacaktır.
DERİ
Yaşla birlikte deri daha ince, daha elastik, kuru ve kırışıktır. Uzun yıllar güneşe maruz kalınması cildi daha sert ve daha kırışık hale getirir. Bunu en iyi güneşe daha çok maruz kalınan yüz ile vücut arasındaki farkta gözlemleyebiliriz. Güneşe daha az maruz kalan insanlar daha genç görünür. Cilt altı yağ dokusu azalır ve fibröz doku ile yer değiştirir. Cilt altı yağ dokusu hem bir yastık görevi yapar hem de güneş ışınlarına karşıkoruyucu etkisi vardır. Bu doku aynı zamanda ısı yalıtımını da sağlar. Bu dokunun inceldiği yerlerde kırışıklıklar artar, soğuğa tolerans azalır.
Cilt altı sinir sonlanmaları da azalarak, duyarlılığın azalmasına dolayısıyla yaralanmalara yol açar. Ter bezleri ve cilt altı kan akımı da azalır. Normalde vücut sıcaklığıkan akımı ile aşağıdan yukarıya doğru kaybedilir. Dolayısıyla kan akımıazaldığı için hem daha az ısı kaybolacak ve vücut kendini soğutamayacak hem de deri daha yavaş iyileşecektir
Pigment üreten hücre (melanosit) sayısı da azaldığı için derinin ultraviyole (UV) ışığa karşı özellikle de güneş ışığına karşı korunması azalır.
KEMİK, BAĞ ve KAS DOKU
Yaşla birlikte kemiklerin yoğunluğu da azalacaktır. Dolayısıyla, kemikler daha zayıf ve kırılgan olur. Kadınlarda kemik kaybı menopozdan sonra çok hızlanır. En çok kaybın olduğu kemikler femur boynu, radius ve ulnanın bilek eklemi ile temasta olan alt ucu ve vertebralardır. Bu özellikle kemik yapıda kalsiyum kaybına bağlıdır. Buna neden kısmen serum vitamin-D miktarının azalarak kalsiyum emilimin azalmasıdır. Ana kemik yapılardaki kayıp diğerlerine göre daha fazla olur18-20.
Kemik iliğinde kanın şekilli elemanlarının çoğu üretilir. Yaşla birlikte bu üretim azalır, ancak dolaşımdaki sayı ihtiyaç artmadıkça (anemi, enfeksiyon vs) yeterlidir. Bu gibi durumlarda kemik iliği ihtiyacı karşılayamaz.
Kemiğin altındaki ince bir çizgi şeklinde uzanan eklem kıkırdak dokusu da azaldığı için eklem eskisi kadar rahat hareket edemez ve travmalara karşı daha hassas duruma gelir. Bu bölgelere yönelik tekrarlayan travmalar, ileri yaşların en sık hastalığı olan osteoartritin hızlanmasına neden olur.
Kas kaybı aslında 30 yaşında başlar ve yaşam boyu devam eder. Kas kitlesi azalır, çünkü kas lif sayısı azalır. Kas kitlesinin azalmasının en önemli nedeni ise büyüme hormonu ve testosteron miktarının azalmasıdır. Fiziksel aktivitenin azalması özellikle hastalık sırasında bu kas kitlesinin daha da azalmasına yol açar. Böyle bir yaşlı hasta 1 günlük istirahattan sonra 2 haftalık düzenli bir egzersize ihtiyaç duyar.
Eklemleri birbirine bağlayan ligamanlar da elastikiyetlerini kaybederek eklemlerin hareket kabiliyetlerinin azalmasına yol açarlar. Bu özellikle ligamanların yapısında yer alan proteinlerin kimyasal özelliklerinin değişmesi nedeniyledir. Ligamanlar daha çabuk yırtılabilir ve yırtıldıklarında daha yavaş iyileşirler.
BEYİN VE SİNİR SİSTEMİ
Yaşla birlikte beyindeki hücre sayısı yavaşça azalmaya başlar. Bu durum birkaç mekanizma ile kompanse edilmeye çalışılır:
- Yeni bağlantılar, özellikle beynin az kullanılan ama daha sağlam bölgeleri ile yan çapraz bağlar yapılarak fonksiyonu azalan bölgelerin fonksiyonları artırılmaya çalışılır
- Beyinin bazı bölgelerinde yeni sinir hücreleri yapımı, eskiden beyin dokusunun kendisini yenilemediği düşünülürdü, bu gün için potansiyel bazı bölgelerin olduğunu biliyoruz.
- Bolluk: Sinir dokusunda her zaman için ihtiyaçtan daha fazla hücre vardır ve ihtiyaç durumunda kolayca kompanse edilebilir.
Beyin yaşlılarda hafifçe daha az etkin çalışıyor olabilir. Yaşlı insanlar daha yavaş reaksiyon verebilirler. Kelime hazinesi, kısa-süreli hafıza, yeni materyelleri öğrenmek, kelimeleri hatırlamak gibi bazımental fonksiyonları azalabilir.
Altmış yaşından sonra, spinal kordda da hücre sayısı azaldığından yaşlı insanlarda duyu kayıpları da başlayabilir. Yaşlandıkça, sinir ileti hızı yavaşladığından bu değişiklikler çok küçüktür ve insanlar bunu fark etmeyebilir. Sinir sisteminin darbelere karşı cevabı da azalır. Sinir dokusu gençlere göre kendisini daha yavaş ve kısmen tamir eder. Dolayısıyla, yaşlı insanlar darbelere karşı daha hassas ve kırılgandırlar
KALP ve KAN DAMARLARI
Kalp kası genel olarak post-mitotik bir organ olarak bilinir ve kendisini yenileme yeteneğinin olmadığı düşünülürdü. Ancak, multipotent kardiak kök hücrelerinin miyosit ve koroner arterleri ömür boyu yenileme yeteneğinde olduğunun bulunması, kardiyak yaşlanma biyolojisine alternatif bir yaklaşım getirmiştir. Örneğin, son zamanlarda yapılan bir kök hücre çalışmasında kalp kasının ve koroner arterlerin yenilenmesini sağlayan mekanizmaların olabileceğinin ortaya konulması bu konuda çığır açabilecek nitelikteydi.
Ancak kardiyovasküler hastalıklar yaşlılarda hala mortalite ve morbiditeyi en çok etkileyen sistemdir. Kalbin yapısındaki ve fonksiyonlarındaki yaşa bağlı genetik zemindeki değişiklikler kalp yetmezliğine yol açan risk faktörleridir. Bu genetik yapı ve kalp kası yaşlanmasının moleküler mekanizmaları henüz ortaya konulamamıştır.
Kalp yaşlıda daha sertleşmiştir ve daha yavaşdolar. Toplardamar duvarları daha kalın ve daha az elastiktir. Bu durum sırasıyla kalbin art yükünü, sol ventrikül geometrisini, istirahat halindeki sol ventrikül sistolik fonksiyonlarını ve sol ventrikül diastolik fonksiyonlarının etkiler. Bu durum yaşlının egzersiz sırasındaki kardiyovasküler fonksiyonlarını da etkiler. Ancak, antremanla yaşlının egzersiz sırasındaki kardiyovasküler toleransı modifiye edilebilir. Çünkü normal bir yaşlının kalbi çok iyi çalışır. Genç bir kalp ile yaşlı bir kalp arasındaki fark önemsizdir. Aradaki fark egzersiz ya da hastalık esnasında daha çok belirginleşir. Yaşlı kalbi genç kalbi gibi çabuk hızlanamaz. Düzenli egzersiz yaşlılığın kalp ve dolaşım sistemi üzerine gelişen birçok olumsuz etkiyi de ortadan kaldırır.
Yaşlı damarları, içlerine pompalanan kandaki değişikliklere daha az cevap verirler ve daha az esneklik gösterirler. Dolayısıyla kan basıncı yaşlılarda gençlere göre daha yüksektir. Bu durum eskiden sanılanın aksinde yaşa göre bir arteriyel kan basıncı skalasının oluşturulmasını gerektirmez. Çünkü damar içi oluşan basınç artışı, hedef organ hasarı gelişimi açısından aynı ve yaştan bağımsızdır.
SOLUNUM KASLARI VE AKCİĞERLER
Solunum sistemi enfeksiyonları özellikle de pnömoni 65 yaş ve üstü insanlarda hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerde önemli bir ölüm sebebidir. Yaşlı sağlıklı olsa ve düşük risk faktörleri bulundursa dahi immün sisteminde meydana gelen değişikliklerden dolayı solunum sistemi enfeksiyonlarına karşı daha duyarlı olabilir. İnfluenza virusu ve Streptococcus pneumoniae gibi antijen spesifik immün cevap (adaptif-innate immünite) gerektiren enfeksiyon etkenlerine karşı yaşla birlikte azalmış yanıt bunun en önemli nedenidir. Ancak, adaptif immünitede yaşlı akciğerinde meydana gelen değişikliklerin özellikleri tam olarak ortaya konulamamıştır. Diğer taraftan, T-lenfosit alt gruplarında ve respiratuvar sekresyonlardaki immünglobülin konsantrasyonlarında da azalmalar gelişir. Bu nedenle yaşlıların özellikle S. pneumoniae enfeksiyonlarına karşı aşılanmaları çok önemlidir . Yaşlı akciğerinde hücre artıklarının solunum yollarından dışarı atılmasında da zorluk vardır. Bu durum, hücre artıklarının akciğerlerden temizlenmesini sağlayan öksürüğün de zayıflamasına ve enfeksiyon ajanları için akciğerlerde uygun ortamın doğmasına neden olacaktır.
Respiratuvar sistemde yaşla birlikte yapısal değişiklikler de gerçekleşir. Akciğer elastikiyeti azalır, göğüs duvarısertliği artarken solunum kaslarının gücü azalır. Bu değişiklikler zorlu vital kapasitede, difüzyon kapasitesinde, gaz değişiminde, ventilasyonda ve respiratuvar duyarlılıkta büyük, progresif azalmalara neden olur. Sigara içmek bu değişimleri oldukça hızlandırır.
Yaşla birlikte diyafram gibi solunum kaslarızayıflamaya başlar. Absorbsiyon kapasitesi de azalarak daha az oksijen kana geçer. Sigara içmeyen ya da akciğer hastalığı olmayan normal bir yaşlıda solunum fonksiyonları günlük yaşam aktiviteleri için yeterlidir. Aşırıegzersizde ve yüksek irtifalarda nefes alırken zorlanırlar
SİNDİRİM SİSTEMİ
Gastrointestinal sistem (GİS) immatür kök hücrelerden hızlıca terminal matür hücrelere farklılaşma potansiyeline sahip hücreler topluluğundan oluşur. Yaşlanan GİS post-mitotik hücre seviyesinde diğer sistemlere göre farklı bir fenomene sahiptir. Yapılan hayvan çalışmalarında yaşlı mide, ince barsak ve kalın barsak epitelyal hücrelerinde diğer sistemlerin aksine hipoproliferasyon değil hiperproliferasyon gelişir. Proliferasyondaki bu yüksek potansiyel travma, toksisite, açlık ve aşırıbeslenme durumlarında uyarılan GİS epitelyal dokuda aşırı proliferatif cevapta da görülür. Bu yapının kalıtımsal bazı özelliklerle birlikte yaşla GİS kanserlerindeki artışın da muhtemel nedeni olabileceği düşünülmektedir.
Sindirim sistemi yaşlanmadan birkaç şekilde etkilenir. Ancak, bu değişikliklerin hiç biri yaşlının sindirim fonksiyonlarınıetkilemez. Özofagus kasları daha az kasılmasına rağmen lokmaların iletilmesinde sorun yaşanmaz. Mide daha yavaş boşalır ve daha az yiyecek tutabilir, çünkü mide elastisitesi azalmıştır. Ancak çok az insan bu değişiklikleri hissedebilir.
Laktaz üretimi yaşla birlikte azalarak, süte karşıintolerans gelişmesine yol açar. Özellikle fazlaca süt alan yaşlılarda aşırıgerginlik hatta ishal görülebilir. Kalın barsaklar, içlerindeki besinleri daha yavaş iletir. Bazı yaşlılar bunu kabızlık olarak hissedebilirler.
Karaciğer hücre miktarındaki azalmaya bağlı olarak küçülür, kan akımı ve bazı enzimlerin etkinliği azalır. Etkinliği azalan bu enzimlerin bazıları bazı ilaç ve toksik veya toksik olmayan maddelerin işlenmesinden sorumludur. Dolayısıyla, özellikle bazı ilaçlar daha uzun süre etkili olabilir.
BÖBREKLER ve GENİTO-ÜRİNER SİSTEM
Böbrekler de azalan hücre sayısı nedeniyle küçülür ve içlerinden daha az kan geçer. Otuz yaşından başlayarak, böbrekler daha az kan filtre etmeye başlarlar. Yıllar geçtikçe, kanı daha az temizlerler, daha çok kalıntı kanda kalır. Daha çok su atılımına neden olarak dehidratasyona da neden olurlar. Bununla birlikte her zaman iyi çalışır ve vücudun ihtiyaçlarınıkarşılarlar.
Mesane kapasitesi azalır; mesane kasları idrar yapmanın dışında da kendiliğinden bazen kasılırlar ve idrar yapma hissi uyandırırlar. Mesane kasları zayıflayarak rezidü miktarının artmasına neden olurlarken, bu durum yaşlılarda sıklığı artan inkontinans sebeplerinden de biridir. Kadınlarda menopozla birlikte üretra kısalır ve iç yüzey kalınlığıazalır. Üretra sfinkter tonusu azalacağından, idrar kaçırma olaylarıartacaktır. Bu değişikliklere en büyük neden östrojen miktarındaki azalmadır.
Erkeklerde ise, prostat büyümeye meyillidir ve idrar geçişini engelleyecek kadar büyüyebilir.
Genital sistem değişiklikleri özellikle menopozdan itibaren östrojen seviyelerinde azalmaya bağlı olarak, daha belirgindir. Gebelik bu dönemde mümkün değildir. Hormonal seviyedeki azalmalar uterus ve overlerin atrofisine neden olacaktır. Vajen dokusu daha ince, kuru ve daha az elastiktir. Göğüsler ise, daha sert, fibröz ve sarkıktır. Menopoz döneminde başlayan bu değişiklerin bazıları seksüel aktivite ile ilintili olabilir. Ancak, çoğu kadın için yaş seksüel aktivite üzerinde bir etkiye sahip değildir.
Erkeklerde genital sistem değişiklikleri daha az dramatiktir. Çoğu erkek ölene kadar fertildir. Hatta testosteron seviyelerinde azalma olmasına rağmen sperm sayılarında ve libidolarında çok az bir düşüş olur. Çoğu, ömür boyu ereksiyon ve orgazm kabiliyetlerini kaybetmezler. Ereksiyonun kalitesi, süresi azalırken ve ikinci ereksiyon için ihtiyaç duyulan sürede artışlar olabilir. Her şeye rağmen empotans erkeklerde yaşla birlikte artmaktadır.
ENDOKRİN SİSTEM
Yaşlılarda meydana gelen fiziksel değişikliklerin çoğu fizyolojiktir. Ancak, bu fizyolojik değişikliklerin bir kısmının da hormonal aktivitede azalmaya bağlı olduğunu gösterir bulgular saptanmıştır. Bu nedenle pek çok hormon yerine koyma stratejileri geliştirilmiştir. Geliştirilen bu stratejilerin çoğu henüz tartışmalıdır ve bir kısmının güvenli olmayabileceği düşünülmektedir.Yapılan çalışmalar, özellikle üç hormonal sistemin serum konsantrasyonlarında ciddi azalmalar olduğunu göstermiştir. 1) östrojen ve testosteron, 2) dehidroepiandrosteron, 3) büyüme hormonu/insülin benzeri büyüme faktörü (I) aksı. Hormonal profilde meydana gelen bu değişikliklerin seksüel, kemik-mineral, kas-iskelet sistemi ve sirkadiyan ritm üzerinde olan olumsuz etkileri dışındaki etkileri henüz tam olarak ortaya konulamamıştır. Bu sistemlere ek olarak, yaşla birlikte aldosteron seviyesindeki düşüş ile yaşlı daha az dehidrate olur.
Bazı hormonal değişiklikler vücut fonksiyonlarınıetkilemezler. Ancak, çevresel şartların etkisiyle vücut fonksiyonları etkilenebilir. Örneğin, aşırı miktarda yenilen yemek sonrası pankreastan gerçekleşen aşırı insülin salınımı eskiden olduğu kadar etkili olmaz. İnsülin etkinliğinin azaldığını gösteren bu durum, şeker seviyesinin yaşlıda hafifçe yükselmesine ve daha geç normale dönmesine neden olacaktır.
BAĞIŞIKLIK SİSTEMİ
Bağışıklık sisteminin fonksiyonunda da azalma olur. Bu durum enfeksiyonlara karşı hassasiyetin artmasına ve enfeksiyonların daha ciddi seyretmesine neden olabilir. Erken yaşlarda tüberküloz ile enfekte olan yaşlılarda bağışıklık sisteminde meydana gelen düşmeye bağlı olarak tüberküloz alevlenmeleri de sıktır. Yaşlılarda bağışıklık sistemi kendinden olan ile olmayanı ayırt edemez ve sonuç olarak, otoimmün hastalıklar daha sık görülür. İmmün hücrelerin yaşlılarda kanser hücrelerini, bakteri ve diğer yabancı cisimleri temizleme hızları azalmıştır. Bu yavaşlama, yaşlılarda kanser sıklığındaki artışın sebeplerinden biridir. Ayrıca, pnömoni ve influenza enfeksiyonları da bu nedenle yaşlılarda daha ölümcüldür.
Bağışıklık sistemindeki değişikliklerin tek olumlu yanı allerjik semptomların ciddiyetindeki azalmadır.
SONUÇ
Yaşlanma hücresel seviyeden organ seviyesine kadar sonuçları bir bütün içerisinde değerlendirilen bir süreçtir. Bu süreçte bedensel olarak gelişen fizyolojik değişiklikler kişinin hayat kalitesini etkileyen, yaşlının gerçek hayatta hissettiği ve sonuçta organ seviyesinde fonksiyon kayıpları ile sonuçlanabilecek değişimlerdir. Yaşlı hastayı değerlendirirken bu değişimler mutlaka akılda tutulmalıdır. Diğer taraftan bu değişimlerin takibi ve yaşlının bu değişimlerden doğan yeni duruma uyum göstermesinin sağlanması da koruyucu hekimlik açısından temel hedeflerimiz olmalıdır
Doç. Dr. Selim NALBANT
GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesi İç Hastalıkları Servisi, İSTANBUL
Etiketler: yaşlılık.yaşlılıkta beyin kalp değişiklileri
0 Yorum:
Yorum Gönder
Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]
<< Ana Sayfa